21 Kasım 2017 Salı

BÜYÜK SÜRGÜNÜN SON ŞAHİDİ

Büyük sürgünün son şahidi!
 
18 Mayıs 1944, Kırım Tatarları’nın derin travmasının başladığı gündür. Stalin’in emriyle bir gece evinden binlerce kilometre uzağa gitmek zorunda kalan Ahtem Amca, büyük sürgünün son şahitlerinden.                              
 
‘Dünyanın boynuna asılmış şık bir kolye gibi duruyor’ deniliyor Kırım için. Haritaya baktığınızda gerçekten de o havayı veren bir coğrafi yapı görmek mümkün. Ancak ana karaya, her an kopacakmış gibi ince görünen iki hatla bağlı bir yarımada burası. Coğrafyası kadar tarihi de çok ilginç ayrıntılarla ve o ayrıntıların içine gizlenmiş acılarla dolu bir bölgeden söz ediyoruz. 20. yüzyıl, aslında bütün bir Avrasya coğrafyası için çok ciddi acıları ve dramları barındırıyor ama Kırım bir başka.

18 Mayıs 1944’te SSCB lideri Stalin’in emriyle bir anda yerlerinden, yurtlarından sürgün edilerek binlerce kilometre ötelere savrulan bir halkın öyküsünü saklıyor bu topraklar. Kırım’dan Özbekistan’a 24 gün süren bir tren yolculuğu, vagonlara tıka basa doldurulmuş insanlar, yollarda ölen yaşlılar, açlıktan bağıra bağıra, annelerin-babaların gözü önünde yitirilen bebekler, sürgünde yaşanan zorlu hayatlar ve nihayet memlekete geri dönüş. Müslüman Kırım Tatarları’nın dramı, uluslararası arenada çok popüler olmasa da 20. yüzyılın en büyük insanlık suçlarından biri. 

Çok değil, her şey aslında son çeyrek asır içinde veya en fazla son 65 yıl içinde yaşandı. Bugün Kırım topraklarında yaşayan 300 bine yakın Tatar’ın her birinin ailesinde bir göç hikâyesi bulabilirsiniz. 1990 öncesi doğanların tamamı zaten sürgün çocukları. 1990 sonrası dünyaya gelenlerinse anne-babaları sürgünde doğmuş. Dolayısıyla sürecin bütün ağırlığını bu insanların yüz çizgilerinden okumak mümkün. Stalin mezalimini en derinden yaşayan kişilerin başında ise kuşkusuz Ahtem Amca geliyor. Onun hayat hikâyesi bir romana, hatta bir filme konu olduğunda bile abartılı bulunabilecek kadar sıra dışı, akıllara durgunluk verecek ayrıntılarla dolu. Onu dinlerken, böyle bir hayatın nasıl yaşanabildiğine hayret etmek kalıyor karşısındakilere... 

‘BİZE SADECE 15 DAKİKA VERDİLER’ 

Ahtem Dermenci, 1930 doğumlu. Yalta yakınlarındaki köyünde yaşamış 14 yaşına kadar. 80 yaşında olmasına ve sürgünün üzerinden 66 yıl geçmesine rağmen hâlâ hatıraları dipdiri. Karşısına geçtiğinizde zaten soru sormaya gerek kalmadan başlıyor anlatmaya: “Bir gece evde uyurken, saat 4’te kapımıza Rus askerleri dayandı. ‘Gidiyorsunuz, toparlanmak için 15 dakikanız var dediler. Yalvarmalarımızı, bağrışmalarımızı dinlemediler ve bizi apar topar Simperefol’e (o zamanlar şehrin ismi Akmescit) götürdüler ve trenlere doldurdular. Küçücük bir vagona tam 96 kişi bindik ve tren hareket etti.” 

Simperefol’den hareket eden trenlerin kapıları askerler tarafından çelik tellerle bağlanır. Biri gelip açmadan kimsenin inme veya kaçma şansı kalmamıştır. Genç Ahtem’in tek tesellisi, anne-babası, 12 yaşındaki erkek kardeşi ve 6 yaşındaki kız kardeşiyle bir arada olmasıdır. Amcaları ve diğer akrabalarının nerede olduğunu bilmese de en azından ailesiyle beraber olmak tek tesellisidir o an için. 96 kişi vagona binmiştir binmesine lakin ayaklarını uzatacak bir yer bile kalmamıştır. Bu şekilde günlerce yol gittiklerini hatırlıyor. İhtiyaç molaları ancak birkaç günde bir verilmektedir. İlk mola verildiğinde aşağıya inen insanların ayakları açılmaz uzun süre. Özellikle ihtiyarların adım atacak takati kalmamıştır. Vagonda gittikleri müddetçe ne yemek ne su ne de tuvalet ihtiyaçları karşılanır. Artık kısa molalarda ne yapılabilirse… 

‘KIZKARDEŞİM BAĞIRA BAĞIRA ÖLDÜ’ 

Simperefol’den başlayan tren yolculuğu Kazakistan çöllerine ulaştığında kavurucu sıcaklar karşılar yolcuları. Ahtem Amca, sıcaklığın orada en az 50 derece olduğunu söylüyor. Kazakistan topraklarına geldiklerinde genç Ahtem’in babaannesi artık bu çileye dayanacak takati kaybetmiştir. Vagonda vefat eden talihsiz kadını trenin penceresinden atmak zorunda kalırlar. Zavallının bir mezarı bile olmaz. Tren çölde giderken aradan 3 gün daha geçer. Molanın üzerinden epey zaman geçmiş ve tükenen yiyecek stoklarıyla birlikte açlık kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştır. Büyükler durumu idare etse de küçükler için aynı durum geçerli değildir. 6 yaşındaki kız kardeşi açlıktan bağırmaya başlamıştır artık. Ahtem Amca o anı anlatırken hâlâ gözyaşlarını tutamıyor: “Küçük kız kardeşim açlıktan sürekli ağlıyordu. Annem ise çaresizlikten kıvranıyordu. Sonunda kız kardeşim ‘mama mama’ diye bağıra bağıra öldü. Kardeşimin öldüğünü annemin çığlıklarından anladım. Onu saracak bir battaniyemiz bile yoktu. Elbise parçalarıyla zar zor örtebildik. Tren daha sonra Kazakistan’da Cambul denilen bir yerde durdu. Oradaki Müslüman Kazaklara kardeşimi verdik ve gömmelerini rica ettik.” 

Kazakistan çöllerinin Dermenci ailesinden aldıkları sadece büyükanne ve kız kardeşle sınırlı kalmayacaktır. Kız kardeşini Kazakların merhametine terk etmiştir aile etmesine ancak biraz sonra olacaklardan kimsenin haberi yoktur. Cambul’daki molada, biraz yiyecek bulmayı ümit eden aile, Ahtem Amca’nın 12 yaşındaki erkek kardeşi Osman’ı istasyona gönderir. İşte ne olduysa o anda olur. Daha Osman dönmeden tren hareket eder. Kapıların kapatılması ve kilitlenmesiyle bütün aile çılgına dönmüştür. Rus askerlere laf anlatmak mümkün olmaz ve tren hareket eder. Cambul’da kızını toprağa gönderen anne, şimdi de küçük oğlunu göz göre göre kaybetmiştir. Bağrı yanık kadın feryatlarıyla sadece kendi bulunduğu vagonu değil, treni de inletmektedir. Ahtem Amca bu olaydan sonra annesinin gözyaşlarının hiç dinmediğini söylüyor. 

Bu elim olaydan 5 gün sonra tren Taşkent’e girer. Özbekistan çileli yolculuğun son durağıdır. Artık çile kısmen de olsa bitmiştir ama daha trenlerden inmeden yeni bir sorunla karşı karşıya kalırlar. Onlar gelmeden haklarında Özbeklere kara propaganda yapılmıştır. Gelenlerin tek gözlü ve adam yiyen canavarlar olduğu bilgisi Taşkent’te kulaktan kulağa yayılmıştır. Ayaklanan halk, silahlarını alarak istasyona ‘canavarları’ karşılamaya gelmiştir! İstasyona gelenler trenlerden inenlerin normal insanlar olduklarını görünce durum değişir tabii. Ahtem Amca, ilk başta kendilerini vurmaya gelen Özbeklerin daha sonra yemek getirdiğini ve kendilerine sahip çıktıklarını söylüyor. Ahtem Amca ve ailesinin de içinde bulunduğu 96 kişilik vagon bir köye yerleştirilir. Ancak bir süre sonra gelenler ölmeye başlar. 24 günlük çileli yolculukta sıfırı tüketen vücutlar birer birer toprağa düşmeye başlamıştır. Yaşlılar ve küçük çocukların hemen hepsi birkaç hafta içinde ölür. 

Onların ölmeleri kadar gömülmeleri de çilelidir. Ölüleri gömmek için kürek bulamazlar ve hasbelkader kazabildikleri kadar derine ölülerini gömerler. Ahtem Amca o günleri şöyle anlatıyor: “Çok derine inemeden ölüleri gömüyorduk ama ertesi gün bakıyorduk ölüler yollarda. Baktık çakallar çıkarıp parçalıyor. Sonra olmadı bu ölüleri büyük çukur kazıp tek bir yere gömdük. Fakat köyde hayatta kalacak kadar yiyecek bulamıyorduk. Açlık baş gösterdiğinde bir Kazak kadın geldi, bizi kurtardı. Sığırlarından sağdığı sütleri her gün getirerek bize içirdi. Karnımızı doyurmak için bile köyden asla çıkamıyorduk; çünkü bizi bıraktıkları köyden bir kilometre uzağa gitmek 1 yıl, 10 kilometre uzaklaşmak 10 yıl hapse atılmak anlamına geliyordu. Annemin bir Kur’an’ı vardı; gelirken onu koynuna koymuştu. O Kur’an’ın bizi açlıktan koruduğuna inanıyorum.” 

Kırım’dan sürülenlerin Özbekistan’daki yeni işleri, Sovyet kolhozlarında çalışmaktır. Dermenci ailesinin payına da pamuk tarlası düşmüştür. 96 kişi yola çıkan bu insanlar köyde artık sadece 24 kişidir. Özbekistan o zamanlar Rusya’nın pamuk merkezidir ve Kırımlılar da hazır işçidir. Orada karın tokluğuna çalışmaya başlarlar. 14 yaşındaki genç Ahtem ise o zamanlar tarıma yeni giren traktörleri kullanmak üzere eğitime ayrılır. Kısa sürede traktör kullanmasını öğrenir, pamuk tarlalarını sürer, kanal kazar ve kolhozda çalışmaya devam eder. 

TATAR NESLİNİ KESMEK İSTEDİLER 

O dönemdeki Sovyet uygulamalarından biri göçse, diğeri evlilik çağındaki genç erkekleri kamplara toplayarak yıllarca hiçbir yere bırakmadan çalıştırmaktır. Zorunlu göçten sonra Özbekistan’a gelen ve 15 yaşını aşmış bütün Kırımlı gençler kamplara alınır. Aslında bu bir tür hapistir. 10 yıl boyunca Tatar gençler evlerine hiç dönemez ve ormanlarda ve madenlerde çalıştırılır. Ahtem Amca 14 yaşında olduğu için kampa alınmaktan son anda kurtulmuştur. O zamanlar bu uygulamanın gerekçesini anlayamadığını belirterek, bakın şimdi yaşananları nasıl yorumluyor: “Niçin 15’ten yukarısını aldılar? Çünkü gençler evlenmesin, çocukları olmasın ve nesil kesilsin istediler. Bu sebeple gençleri 10 yıl boyunca bırakmadılar. Çok kız vardı ama evlenecek erkek yoktu. Bizim neslimizi 10 yıl geri bıraktılar. Hiçbir suç olmadığı hâlde yaşı tutan her genci aldılar. Bunlar geri geldiğinde ev yok, para yok nasıl evlenecekler ama yine de dönenler evlendi. Sonuçta 1944 - 54 arası Kırım Tatarları’nın hiç çocuğu olmadı ve nüfusumuzu azalttılar.” 

Traktörü öğrendikten sonra şoförlük de okur genç Ahtem ve kendini yetiştirir. Kırım Tatarları’nın sürgünde biraz olsun rahatlaması ise 1953 Mart ayında, sürgün kararını veren SSCB lideri Josef Stalin’in ölümüyle olur. Kruşçef’in iktidara geçmesiyle Kırımlılar da biraz nefes alma imkânı yakalamıştır. Bu rahatlamanın etkisiyle herkes akrabalarını aramaya başlar. Kırımlılar, sürgünde Taşkent, Semerkant, Buhara, Fergana gibi Özbek şehirlerine dağıtılmıştır. Bir kısmı da Kazakistan ve Kırgızistan’a gönderilmiştir. Yaşları genç olduğu için hapiste tutulan 4 amcasına Stalin sonrası kavuşur Ahtem Dermenci. Ancak asıl buluşma hiç ummadığı bir yerde ve ummadığı bir kişiyle olacaktır. 1957’de Semerkant’tan Taşkent’e kamyonuyla gelen Ahtem Amca, şoförlerin tercih ettiği bir yerde mola verir. Orada karşılaştığı Tatarlar ile koyu bir sohbete dalmıştır. Herkes birbirine nereli ve kimlerden olduğunu sormaktadır. Biraz konuştuktan sonra karşısındaki şoförle epey benzer bir hayatı olduğunu fark eder. Biraz daha konuştuktan sonra artık sohbet ettiği kişinin 13 yıl önce Cambul’da kaybettiği kardeşi Osman olduğunu anlamıştır. İki kardeş hasretle birbirini kucaklar! Osman’ı kaybettikten sonra gözyaşları dinmeyen annesine müjdeyi vermek için beraber Taşkent’e gelirler. ‘Balam gitti’ diye 13 yıl ağlayan ve karşısında 25 yaşına gelmiş oğlunu gören anne artık mutluluk gözyaşları dökmektedir… 

1957, aslında sürgünün ilk gününden bu yana yaşadığı en güzel yıl olmuştur Ahtem Dermenci için… Hem kardeşi Osman’a kavuşmuş hem de evlenmiştir. Eşi de Kırım’dan gelen sürgün bir ailenin kızıdır. İki oğlu olan Ahtem Amca, 1968’de artık vatan topraklarına dönmeye karar vermiştir. Eşini ve iki oğlunu yanına alıp uçakla Simperefol’e gelir. Burada bir ev satın alır ve ailesiyle yaşamaya başlar. Ancak 1 ay geçtikten sonra birileri onu ihbar edince polisler evini basar ve onu hapse gönderir. İzinsiz geri dönmenin cezası 2 yıl hapistir. Verilen cezayı çekmek için Ukrayna’ya gönderilir. O dönem kendi gibi geri dönen kişiler arasında 10 yıl ceza alanlar olduğunu söylüyor. Ahtem Amca hapse girince eşinin ailesi gelir ve kızları ile torunlarını alarak Taşkent’e götürür. Kendisi bütün gelişmelerden habersiz, 2 yıl sonra hapisten çıktığında satın aldığı evin buldozerle yıkılmış, eşi ve çocuklarının ise gitmiş olduğunu görür. Eşinin hapisteyken kendisini hiç aramamasına da kızgın olan Ahtem Amca, geri dönmez ve Kırım’da tekrar iş bulur. 

O yıllar Kırım’da tek tük Tatar vardır. Onlardan bir tanesi de Ahtem Amca’nın komşusudur. Ailesi Özbekistan’dan geri dönmeyince komşusunun kızına talip olur ve onunla evlenir. Aslında yeni eşinin de ilginç bir hikâyesi vardır. O da Özbekistan’da evlenmiş ancak onun da eşi geri dönmek istemediği için eşinden ayrılarak Kırım’a dönmüştür. Ahtem Amca yeniden evlenmesine evlenmiştir ancak esas karmaşa bundan sonra başlayacaktır. Evlendikten birkaç gün sonra ilk eşi, çocukları da alarak geri döner. Eşini karşısında görünce şaşkına dönmüştür. Yaşadıklarını açıklayınca iki kadın da birbirini kabullenmek zorunda kalır. O dönemi Ahtem Amca’nın ağzından dinleyelim: “Çocuklar bana bu kim dediler, ben de ‘ananızın yerine bunu aldım’ dedim. Ancak sıkıntı olmadı. İki hanım da birbirini kabul etti ve 17 yıl bir evde oturduk. Tek bir sorun yaşamadık. İkinci hanımdan da bir kızım oldu. Oğlum evlenince evleri ayırdık.” Ahtem Amca, 1968’de vatanına kavuştuktan sonra bir daha ziyaret amacıyla olsa dahi Özbekistan’a geri dönmez. Bunun gerekçesiyse içindeki vatan sevgisidir: “Özbekistan’da yaşarken Allah’a dua ettim, burada ölürsem kargalar kemiklerimi Kırım’a getirsin diye… Oraya ziyarete bile gitsem, ölür kalırım diye gitmek istemedim.” 

SÜRGÜN BAŞLADIĞI YERDE BİTİYOR 

Sürgün’den önce Yalta’nın bir köyünde oturan Ahtem Amca, geri döndükten sonra uzun yıllar köyüne gelemez. Akmescit, yeni adıyla Simperefol’de yaşamaya devam eder. Sovyetler’in yıkılmasından sonra da eski evine gitmeye karar verir. Evine gelmiştir ama artık orada bir Rus aile yaşamaktadır. Ziyaret etmek istemesine rağmen ev sahibi onu içeri almaz. Buna rağmen köyünde yaşama isteğinden bir türlü vazgeçmez. Hâlen eski köyüne çok yakın bir yerde kendi inşa ettiği evinde yaşıyor. Buraya 2004’te taşınmış. Eskişehir’de yaşayan Kırım Tatarları’nın desteğiyle yapmış yeni evini. İçini de onlar döşemiş. Çocukları Simperefol’de. O ise burada ikinci eşiyle birlikte mütevazı ama huzurlu bir hayat yaşıyor. 1944’te ayrıldığı köyüne, yarım asır sonra da olsa dönebilmek ona yetmiş. 

Ahtem Amca, Türklere ve Türkiye’ye olan sevgisini her fırsatta dile getirmek istiyor. Ona sahip çıkanlar arasında, 1994’te okul açmak için Kırım’a gelen eğitim gönüllüleri de var. Türkiye’nin Kırım’da kurduğu mektepleri, açtığı camileri minnetle anıyor. “Anam Kur’an okurdu, biz bir şey bilmeden yetiştik ama çok şükür bizim balalar hepsini öğreniyor.” diyor. Ahtem Amca’yı yıllardır hayalini kurduğu Türkiye’ye ilk getirenler de yine eğitim gönüllüleri olmuş. İlk ziyaretini 1994’te yapmış. Sovyet döneminde Türkiye’ye gitme arzusu o kadar büyükmüş ki, bir gün uçağa binip, o uçağı kaçırarak Türkiye’ye getirmeyi bile düşünmüş: “Uçağı İstanbul’a indiririm, beni çıkışta tutuklasalar bile merdivenlerden kendimi atardım, ölsem de en azından Türkiye’de ölmüş olurdum. O bana yeterdi.” 

Ahtem Amca’nın en büyük zevki, ziyaretine gelen insanlarla sohbet etmek, hatırlarını paylaşmak ve Türkiye üzerine konuşmak. Yakın tarihin bütün acılarının şahidi bu çilekeş insan, hâlâ büyük bir iştiyakla, yolu Kırım’a düşen Türklerin ziyaretlerini beklemeye devam ediyor…

Dasaev’e gol yemesini rica ettim!

Romanlara konu olabilecek böyle bir hayatın içinde elbette çok ilginç hatıralar da saklı. Ahtem Amca’nın hatıraları da Türkiye eksenli… Mesela 15 Kasım 1989’da Simperefol’de oynanan SSCB-Türkiye (1990 Dünya Kupası grup eleme) maçını unutamıyor. Önce bu maçı hatırlayalım… İtalya’daki organizasyona gidebilmesi için Türkiye’nin mutlaka kazanması gereken bir maçtı. Maçtan önce grup lideri SSCB’nin 9, Türkiye ve Avusturya’nın 7’şer puanı vardı. Son maçta Türkiye deplasmanda SSCB ile oynarken, Avusturya kendi evinde Doğu Almanya’yı ağırlayacaktı. Sonuçta Türkiye maçı 2-0 kaybetti. Dünya Kupası’na, SSCB ile birlikte Doğu Almanya’yı 3-0 yenen Avusturya gitti. Türkiye 7 puanla grup üçüncüsü oldu. 

İşte bu maçın heyecanı, daha Türk takımının Kırım’a geleceğini duyduğu andan itibaren sarmıştır Ahtem Amca’yı. Maçı izlemeye gider ama bütün yolların kapandığını görür. Güvenlik önlemleri had safhadadır. Bunun üzerine troleybüsün arkasına binerek güvenliği aşar ve Türk takımının kaldığı otelin önüne gelir. Otelde millî takımın iki ası, Rıdvan ve Tanju ile tanışır ve onlara kendini sevdirmeyi başarır. Kısa süre sonra Türk kafilesi Ahtem Amca’yı da alarak stada hareket eder. Takımla birlikte soyunma odasına kadar girer. Takım sahaya çıkınca o tünelin orada durur. Rus takımının geçişi esnasında SSCB kalecisi Dasaev’e yanaşarak ‘Ne olur bir iki topu bırak, Türkler gol atsın’ der. Dasaev ise gülümsemekle yetinir. O sırada ünlü kaleci Renat Dasaev’in bir Kazan Tatar’ı olduğunu öğreniyoruz Ahtem Amca’dan. Kendi gibi Dasaev’in de Müslüman olmasından dolayı, ona bunu söylediğini aktarıyor bize. 

Maç başladıktan sonra da sürekli Türkiye lehine tezahürat yapar. Maçta istediği sonuç olmamıştır ama maç bitişi Türk kafilesi ile tekrar otele gelmesi, futbolcularla yemek yemesi ona yetmiştir. Ahtem Amca bu güzel gecenin sonunda eve döner. Gece birde ise kapısına polis dayanır. Apar topar onu alıp götürürler. Karakolda polisler, ‘Sen Türk değilsin, neden Türkiye için bağırdın?’ diye sorar. Herkes bağırdı, ben de bağırdım dese de kimseye laf anlatamaz ve Türkiye sevgisinin karşılığı 15 gün hapis olur.
 
Aksiyon Dergisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder